Hukukta Doktora Tezi: 9 Ders

Doktora tez araştırma sürecinden çıkardığım dersleri içeren bu yazı, hocalarıma sürekli olarak yönelttiğim “nasıl” sorusundan aldığım cevaplar ile yöntem üzerine okuduğum kitaplardan öğrendiklerimin kendi süzgecimden geçirilme hikayesidir.

Gecenin bir vaktiydi. Hala bilgisayar ekranlarımızdaki Word dosyalarına bakıyorduk. O dönem, tezlerimizin sonlarına yaklaşmış olmanın heyecanını yaşıyorduk ancak o gün için odaya bir bıkkınlık havası hâkimdi. Oda arkadaşım, bezgin bir edayla unutulmayacak o soruyu sordu: Doktor olunca mutlu olacak mıyız? İkimizin de beklemediği bu soru karşısında bir an duraklamıştık. Ses tonundaki çaresizliği fark etmemizle kahkahaları patlatmamız bir oldu.

Doktor olunca mutlu olacak mıyız? Yaklaşık bir buçuk yıl öncesindeki bu manidar soruya şimdi dönüp bakıyorum da… Tezler başarıyla savunulmuş ve kitaplar yayınlanmıştı. Ancak doktora derecesi, beklenen seratonini salgılatamamıştı. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın karakterlerinden biri olan Mümtaz’ın doktora tezini bitirirken yaşadığı mutluluk yaşanamamıştı mesela: “Dün akşam son sahifenin altına kırmızı kalemle kocaman bir çizgi çektim. … Sonra kalktım, balkona çıktım, İsveç usulü üç dört derin nefes aldım…

Yine de tez yazım sürecinde her aday gibi pek çok şey öğrenmiştik. Benim içinse yüksek lisans ve doktora yeterlik aşamalarında yaptığım gibi bu süreçte edindiğim tecrübeleri bir yazıya dökme vakti gelmişti. Doktora tez araştırmam esnasında çıkardığım dersleri yazmalıydım. Ancak bu yazı, bilimsel bir makale olmadığı gibi serbest kaleme alınmış bir ahkam kesme denemesi de olmamalıydı. Aksine bu yazı, hocalarıma sürekli olarak yönelttiğim “nasıl” sorusundan aldığım cevaplar ile yöntem üzerine okuduğum kitaplardan öğrendiklerimin kendi süzgecimden geçirilme hikayesini içermeliydi.

Hikaye kelimesini bilerek kullanmalıydım. Çünkü sınırlı akademik bilgi ve görgümden hareketle ortaya ancak bir hikaye çıkabiliyordu. Yine de bu tarz hikayelere sahip olanların bunları yazarak paylaşması gerektiğini düşünüyordum. Böylelikle henüz anlatılanları tecrübe etmemiş adayların doğruyu bulma yolundaki diyalektik süreci desteklemiş olacaktık. Aksi halde onları, yalnız formel kaynaklar ile el yordamıyla yol bulmanın insafına bırakıyorduk.

Bu düşüncelerle başlayan yazıdan şu başlıklar çıktı:

***

1. İlgi duyulan bir konuda yazmak

Önce seveceksin ve isteyeceksin, diyor ya Fikret Eren Hoca. En az otuz ay aralıksız olarak zihnimde taşıyacağım bir konuya ilgi duymadan, o alana ilave bir değer katamayacağımı biliyordum. O yüzden “sen yap-işlet-devret sözleşmelerini çalış” cümlesini duyduğumda başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Çünkü yüksek lisans tezimde olduğu gibi bilişim ve teknoloji dünyasıyla ilişkili bir medeni hukuk konusu üzerine çalışmak istiyordum. Merakım bu yöndeydi.

Hukuk ve teknolojinin kesişim kümesinden bir tez konusu seçerken, danışman hocam Ünsal Dönmez’in anlayışı sayesinde şöyle bir patikada yürüyebildim: Önce konumun kapsaması gereken bazı kriterler belirlemeliydim. Yazacağım tez, özellikle şu kıstasları içermeliydi:

  • Bir kanun değişikliğiyle rafa kaldırılmamalı, dahası, elli yıl sonra da okunmaya müsait bir başlığı içinde taşıyabilmeliydi.
  • Mümkünse hukuk politikası düzeyinde, değilse regülasyon seviyesinde kayda değer tartışmalar içermeliydi. Herhangi bir çekişme içermeyen, tatsız tuzsuz bir konuda yazmamalıydım.
  • Karşılaştırmalı hukuk yönteminin uygulanmasına müsait olmalı, Kapıkule’den geçildiğinde geçersiz duruma düşmemeliydi.
  • Bir entelektüel tatmin aracından ibaret kalmayarak hayata doğrudan temas etmeli ve bir derde deva olma iddiasına müsait olmalıydı.

Tez konusu olarak bir kenara not ettiğim ve üzerine üstünkörü okumalar yaptığım beş farklı konuyu, bu kıstaslar sayesinde ikiye indirebilmiştim. Sonrasında öngörüsüne güvendiğim hocalarla yaptığım istişarelerle tam 37 ay boyunca belleğimin büyük bir kısmını kaplayacak konum belirlenmişti: Dijital İçerik ve Hizmetlerin Sözleşmeye Uygunluğu. Bu süreçte, basit bir kelime oyunu gibi görünse de hakikatte, bilginin beşte dördünün ‘ilgi’ olduğunu fark etmiştim. Merakımı daha rasyonel bir zeminde tez konusuna çevirmek içinse kendime özgü kıstaslardan hareket etmiştim.

2. Araştırma sorusunu bir turnusol kağıdı olarak kullanmak

Bir tezi ismine yaraşır kılanın, o tezin bir araştırma sorusu veya hipotez içermesiyle ilgili olup olmadığından emin değildim. Zira özel olarak bir araştırma sorusu tespit etmemiş olmasına rağmen kapsamındaki meselelere açık seçik çözümler üretmiş çok iyi tezlerden faydalanmıştım. Ancak seçtiğim konu, üstünkörü okumalarımda dahi gözüme çarpan en az bir düzine problem içeriyordu. Yeri geldikçe hepsini cevaplamaya girişsem, belki de şairin işaret ettiği gibi “her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği” bir tez doğabilirdi. O halde konuyla ilgili meselelerden hangilerinin tezimde yer alacağını tespit edebilmeliydim. Bunun için bir turnusol kağıdına ihtiyacım vardı. Konuya dair hangi hususları tezin içine alıp almayacağımı test etmek için kullanacağım, araştırma sorusu ve alt sorular içeren bir turnusol kağıdı…

Araştırma sorusunun tezin kapsamını belirleme işlevini, Tilburg’daki yüksek lisans çalışmalarım esnasında tez önerim (proposal) için üç kez red aldıktan sonra kıvranarak da olsa kavrayabilmiştim. (Bkz. Tilburg’dan çıkardığım dersler) Sayıca azınlıkta kalsalar da Türkiye’deki hukuk akademisinde de özgün ve güçlü bir akademik çalışmanın ancak iyi kurgulanmış ve kristalize edilmiş bir araştırma sorusundan doğabileceğini düşünen hocalar da tanıyordum. Onlara da danışarak belirlediğim konu kapsamında doğru soruyu sormalı ve buna çözüm bulmaya girişmeliydim.

Hasılı, belirlediğim konu kapsamında şöyle bir araştırma sorusu oluşturdum:

Türk tüketici hukukundaki mal ve hizmet ayrımına dayanan kurallar, dijital içerik ve hizmetlerin sözleşmeye uygunluğunun değerlendirilmesinde tüketici menfaatlerinin korunması için yeterli midir? Şayet yetersizse, Avrupa Birliği ve Almanya örneklerinden hareketle Türk Hukukunda nasıl bir reform gerçekleştirilmelidir?

Araştırma sorusunun son halini alması için yüzlerce sayfa okuyup elli altmış sayfalık bir bölüm yazarak konu üzerine yaklaşık bir yıl düşünmem ve alandaki yetkin isimlerle çokça istişare etmem gerekmişti. Yani araştırma sorum konuyu nispeten tanıdıktan sonra nihai haline dönüşebilmişti. Ancak bu soruyu kurguladıktan sonra işim önemli ölçüde kolaylaşmıştı. Bu sihirli etkiyi Tilburg sonrasında doktora tezimde de tecrübe edince, diğer akademik çalışmalarımın da artık bir soru içermesi gerektiğini düşündüm. (Bkz. Cevabını aradığım sorular)

3. Çalışmaya uzun aralar vermemek

Doktora tezi yazmak, katman katman keşfi beklenen bir arkeolojik kazı yapmaya benziyordu. Bir kez kazıya karar verildiğinde, ev konforundan vazgeçip sahaya yakın bir yere kamp kurmalıydım. Çünkü artık evime gidip gelmek ciddi zaman ve efora mâl olacaktı. Üstelik sahayı terk ettiğimde, daha önce açmaya başladığım katmanların kapanma ihtimali olduğu gibi buluntuları korumak için aldığım tedbirler de işlevsiz hale gelebiliyordu. Uzun bir aranın ardından alana döndüğümde, en son elimde bir ölçüm cihazı mı yoksa köşeli bir arkeolog malası mı olduğunu dahi hatırlayamıyordum. Zimmermann’ın da önerdiği üzere istikrarlı çalışma rutini oluşturarak doktora tezime uzun aralar vermeden yol almam gerekiyordu.

Kendi tecrübem için uzun ara, azami üç günlük bir süreyi ifade ediyordu. Bu çıkarıma, 37 aylık tez yazım sürecimi üç gün kuralına uyarak tamamlamanın bilmişliğiyle değil, çok defa haftalarca ara vermenin pişmanlığını hatırlayarak ulaşmıştım. Hemen her gün çalıştığım dönemlerde, bir sonraki gün kaldığım yerden devam edebilmem için ısınma sürem yarım saat civarındayken, üç günlük bir arada bu süre üç-dört saati buluyordu. Haftalarca ara verdiğimdeyse, hiçbir ilerleme kaydedeme pahasına birkaç tam günümü istikrarlı şekilde ısınmaya ayırmam gerekiyordu. Çünkü uzun savrulmalar sonrasındaki fiziki egzersizlerde olduğu gibi zihnimin de nerede kaldığını ve hangi yöne doğru gelişim gösterdiğini hatırlaması için ısınması gerekiyordu.

4. Yazmaya erken başlamak ve yeniden yazmak

Üç aylık araştırma zamanın varsa, ilk ayında kaynakları toplarsın, ikinci ay topladıklarını okursun, üçüncü ayını ise yazmaya ayırırsın“. Bu anlayışın, araştırmanın bütünlüğüne zarar vermesi nedeniyle hukuk araştırmaları müzesine kaldırılması gerektiğini düşünüyordum. Çünkü kaynaklara erişmek, okumak ve yazmak, birbirinden keskin hatlarla ayrılabilecek süreçleri değil; aksine, tıpkı aynı kovanın balını taşıyan farklı arılar gibi aynı amaca hizmet eden evreleri ifade ediyordu. Yani üç aylık zaman diliminin ikinci gününde yazmaya başlamakta bana göre hiçbir sakınca yoktu. Zira Luhmann’ın söylediği üzere yazmadan sofistike ve bilimsel bir tarzda düşünemezdim. Dolayısıyla yazmak, bir düşünme ve araştırma yöntemiydi.

Yazmaya erken başlamak, pasif okuyucu rolünden kurtulmak için biçilmiş bir kaftandı. Çünkü yalnızca okuduklarım yazacaklarımı belirlemiyor, yazmış olduklarım da sonraki okumalar konusunda bana yol gösteriyordu. Erken yazmaya başlayarak oluşturduğum ilk taslaklar, tutarsız, kopuk ve alakasız da olsa zihnimdeki bilgi ve fikirlerin önümdeki ekrana aktarılmasına hizmet ediyordu. Böylelikle düşünce akışımı takip ederek açıklarımı keşfedebilir ve sonra yeniden yazmaya girişebilirdim. Eksiklerimle ne kadar dürüst bir şekilde yüzleşirsem, okuyucuya yönelik son taslağa doğru o kadar hızlı yol alabileceğimi biliyordum. Zira hiçbir tez, tek seferde yazılmamıştı, aksine yeniden, yeniden ve yeniden yazılmıştı.

5. Kadim bir not alma sisteminden faydalanmak: Zettelkasten

Not almanın, büyük ölçüde kişisel alışkanlıklara dayalı bir faaliyet olduğunu düşünüyordum. Mevcut alışkanlıklarımla eksiksiz bir not sistemi kurgulayabilseydim, suları bulandırmaya gerek olmayabilirdi. Ancak alternatif arayan biri olarak 2021 yılında, akademisyenler için rüşdünü ispat etmiş kadim bir yöntemle karşılaştım. Not kutuları şeklinde Türkçe’ye çevrilebilecek Zettelkasten sistemi, fikirleri atomik düzeyde ayrıştırarak her birini ayrı bir not kartına yazmayı ve bunları birbirleriyle bağlantılı hale getirmeye dayanıyordu. Yöntemin mucidi, Alman sosyolog Niklas Luhmann, bu sistemin uzun dönemli verimliliğinden faydalanarak 50 monografi ve 600’den fazla makale yayınlamıştı.

Birkaç aylık öğrenme ve alışma sürecinin ardından bu yöntem, benim açımdan akademik yazımda üç temel amaca hizmet etmeye başlamıştı. İlk olarak zihni topluyor ve teze aktarılacak olgunlukta olmasa da bir plan veya ilk taslak oluşturmak için gerekli notların organize edilmesini sağlıyordu. İkinci olarak yöntemin, kopyala-yapıştır usulüyle not almayı yasaklaması nedeniyle intihale düşme ihtimali, neredeyse tamamen ortadan kalkıyordu. Üçüncü olarak sonraki akademik çalışmalarımda da kullanabileceğim bir akademik arşiv oluşturmamı sağlıyordu.

Fiziki not kartları üzerinden kurgulanan bu yöntemi, dijital ortamda uygulamaya müsait hale getiren Obsidian yazılımıyla kullanmıştım. Yöntemin hem dijital hem de fiziken nasıl uygulanacağına dair detaylar için şu kaynaklara başvurabilirsiniz:

6. Daha çok konuşan bir doktora tezi yazmaktan kaçınmak

Doktora tezleri halihazırda çok konuşuyordu. Mesela Medeni Hukuk alanında, 2000 ve 2009 yılları arasındaki doktora tezlerinin ortalama uzunluğu yaklaşık 100 bin kelime iken 2020 ila 2022 yılları için ortalama uzunluk 180 bin kelimeye ulaşmıştı. Bu manzara karşısında daha çok konuşanlar grubuna katılmak, hem yazarı için hem de okuyucuları için bazı riskler doğuracaktı. Kontrol edilebilir uzunluk bir kez aşıldığında çalışmayı duru bir zihinle gözden geçirmek ve problemli kısımları yeniden yazmak için gerekli öz disiplin kaybolabilirdi. Müstakbel okuyucular nezdindeyse okunabilirliğin azalması pek muhtemeldi.

Riskleri görünce, doktora tezlerinin sayfa sayılarını karşılaştıran akranlarıma aldırmadan, iyi sayılan üniversitelerin standartlarını dikkate almaya karar verdim. Bunlar bana bir doktora tezinin, azami 80 bin kelimeyi geçmemesi gerektiğini söylüyordu. Dipnotlar dahil edildiğindeyse üst sınır 100 bin kelime oluyordu. Elbet, bu kelime sayısını aşmayan her tezin kaliteli kabul edilmeyeceği de malumdu. Ancak nasıl içerik bakımından belirli standartları yakalamayı çalışıyorsam şekil bakımından da aynı yolu izlemeliydim.

Belirttiğim bakış açısıyla, her bir başlık için geriye dönerek daha kısa ve öz anlatmanın mümkün olduğu yerleri yeniden yazmaya girişiyordum. Ayrıca doktora tezi, yalnızca yazarak değil, silerek de yapılması gereken bir çalışmaydı. O halde yazdıklarıma karşı gereksiz bir muhafazakâr tavır takınmamalıydım. Araştırmamla yeterince ilgisi olmayan veya çıkarılması halinde bir eksikliğe neden olmayacak her bir ifade ve cümle silinmeliydi. Neticede tezim, dipnotlar dahil toplam 80 bin 500 kelimeyle tamamlanmıştı. Bu vesileyle bir modacıya atfedilen sözü, çıkarılan bir ders olarak yazım sürecine uyarlamakta bir sakınca görmüyorum: Dışarı çıkmadan önce aynaya bakın ve mutlaka üzerinizdeki bir aksesuarı çıkarın.

7. Teknolojiyi araştırmayla kaynaştırmak

Araştırmamı 16. yüzyılda yürütüyor olsaydım, İtalyan mühendis Ramelli’nin tasarladığı okuma çarkı (reading wheel) çizimlerini gördüğümde, bu buluşa sahip olma fikri beni fazlasıyla heyecanlandırırdı. Su çarkı mantığıyla çalışan mekanizma, o dönemde ondan fazla kitabı eş zamanlı okuma imkânı sunuyordu.

Bugünse o çarktan da ilham alınarak üretilmiş ve araştırmayı kolaylaştıran sayısız dijital araca ücretsiz erişebiliyordum. Bu alanda sofistike araçlardan da faydalanmış olmakla birlikte bu yazı için teknolojiyi araştırmayla kaynaştırmak için kullanılabilecek üç temel aracı özellikle anmalıydım:

  • Bana göre bir referans yönetim yazılımı, yüzlerce kaynakla muhatap olacak bir araştırmacının en temel ihtiyacıydı. Yüksek lisans tez yazım sürecinde olduğu gibi doktora tez yazım sürecinde de beni dağılmaktan kurtaran yazılım Zotero olmuştu. Böylelikle kaynakları zahmetsiz ve sistematik bir şekilde yönetmiş, tez yazımındaki atıf yapma sürecini kolaylaştırabilmiştim.
  • İkinci olarak, muhatap olunacak kaynaklardan alınacak notlar ve bunlardan çıkarılacak fikirler için de dijital araçlar kullanılmalıydı. Ancak yazılımların, olağanüstü yeteneklere sahip olması şart değildi. Aksine “esas gelişmişlik, basitliktir” diyen Da Vinci’den ilhamla, bir sisteme dayanan basit bir uygulama işimi görecekti. Bu amaçla Zettelkasten yöntemini uygulayabilmek için Obsidian‘ı tercih ettim.
  • Son olarak kullanılan kelime işlemci yazılımla, aşinalığın ötesine geçip dost olmak, işe yarar tüm özelliklerini biliyor olmak önemliydi. Zira hız almış yazıyorken birden bir paragraf girintisi problemi doğmamalıydı. Bu yüzden araştırmama, önce tüm stil ve biçimsel özellikleri ayarlanmış bir Word dosyasıyla başlamıştım. Normal metin stilinden bağımsız bir “kendime not” stili belirlemiştim. Bu stil aracılığıyla tezin çeşitli yerlerine, -burada kalındı- -şu meselenin şu detayıyla ilgili okuma yapıyordun- gibi yönümü tayin edecek notlar alıyordum.

8. Dipnotları çizgi altı makaleciklere dönüştürmemek

Üç dört sayfa boyunca çizgi altından devam eden ve adeta bağımsızlığını ilan etmiş dipnotlar gördüğümde garipsemeden geçemiyordum. Bana göre bir bilimsel araştırma, bütünlüklü tek bir metinden oluşmalıydı. Dipnotları, çizgi altı makaleciklere çevirmenin çalışmaya zarar verdiğini düşünüyordum. Bu bakış açısıyla eser atfı dışında ek bilgi verdiğim dipnotları defalarca gözden geçirerek ifadelerimi kısaltmaya ve tezle ilgisi zayıf olan hususları çıkarmaya girişmeliydim. Böylelikle toplam dipnot sayısında yüzde on, dipnotlardaki kelime sayısında ise yüzde yirmiye yakın bir temizlik yapmıştım.

9. Metni yüksek sesle okumadan teslim etmemek

Araştırmam için yazarken zihnimde yankılanan ses, çoğu zaman metindeki hataları fark ettirecek kadar yüksek olmuyordu. Oysa yazdıklarımı yüksek sesle okurken, metindeki anlatım bozuklukları ile ritmi bozan diğer hususları daha kolay keşfedebiliyordum. Eksiksiz şekilde bu yola başvurduğum kısımlarda, konunun ifade ediliş tarzı için nispeten daha iyi geri bildirimler alıyordum. Dolayısıyla tezi teslim etmeden önceki düzeltmelerimi, metni yüksek sesle okuyarak ve okutarak tamamladım. Uzunca bir metni baştan sona yüksek sesle okumanın muhtemel yorgunluğunu göz önüne alırsak bu faaliyet için benim de sık sık başvurduğum Speechify gibi Türkçe sesleri başarılı olan bir uygulamaya başvurabilirsiniz.

İlave ders: Tez arkadaşı edinmek

Benzer konularda tez yazan dört doktora araştırmacısı olarak belirli aralıklarla çevrimiçi ortamda bir araya geliyorduk. Bu toplantılarda araştırmalarımızı, güncel halleriyle birbirimize sunarak bazı açıklarımızı keşfedebilmiş ve takıldığımız noktalar için alternatif bakış açıları görebilmiştik. Yalnız yapılan tez araştırma faaliyetini bir hayli renklendiren bu yöntemden her birimiz çokça faydalanmıştık. Detaylar ve alternatif uygulama yolları için konuyla ilgili şu yazıya başvurabilirsiniz: How to Write about Your Research More Productively with the Buddy System


Okuma önerileri

Oda arkadaşım Emre İkbal Açıkgöz’ün “Doktor olunca mutlu olacak mıyız?” sorusuna cevap verebilmek için hâlâ erken gibi duruyor. O yüzden bu yazıda, doktora ve mutluluk arasındaki ilişkiyi bir kenara bırakarak doktora tez araştırma sürecinden çıkardığım bazı derslere yer vermeye çalıştım. Tezini başarıyla savunmuş birçok kişinin farklı yönde düşündüğü kısımlar da olduğunu biliyorum. Temennim, onların da kendi tecrübelerini, sözlü hikaye anlatma geleneğinin sınırlarını aşarak yazıya dökmeleridir. Ancak böylelikle hangi yola yönelmek gerektiği konusunda adaylara alternatif hikayeler aktarmış oluruz. Son olarak bu işi, yani hukukta araştırma yöntemlerinin açıklanmasını, bilimsel bir üslupla yerine getirerek bana da yol gösteren bazı okuma önerilerine yer vermek istiyorum:

  • Ayşe Odman Boztosun, Oğuzhan Kaya; Hukukta Bilimsel Araştırma Nasıl Yapılır, 2. Baskı, Seçkin Yayınları, 2022.
  • Eugene Volokh; Akademik Metinler Nasıl Yazılır? Hukukçular İçin Rehber, Çev. Ertuğrul Uzun, Tekin Yayınevi, 2020.
  • Howard S. Becker; Sosyal Bilimcilerin Yazma Çilesi: Yazımın Sosyal Organizasyonu Kuramı, Çev. Şerife Geniş, Heretik Yayıncılık, 2013.
  • Kemal Gözler; Bilimsel Yazma ve Yayınlamaya Giriş: Bir Ders Kitabı, Ekin Yayınları, 2023.
  • Robert A. Day; Bilimsel Bir Makale Nasıl Yazılır ve Yayımlanır?, Çev. Gülay Aşkar Altay, 4. Baskı, TÜBİTAK, 1996.

***

Yazının kapak görseli, Toon Joosen’a ait olan kolajın ticari olmayan bir amaçla işlenmesi suretiyle oluşturulmuştur.

***

Bunlar da ilginizi çekebilir: