İnternette içerik üretmenin demokratikleşmesi ve blogların çöküşü

Her yıl, blogumdaki ilk yazının yayınlanma tarihi olan 11 Nisan günü bir muhasebe yazısı yayımlamak, 2000’li yıllarda Türkçe blog yazan internet abilerinden öğrendiğim bir gelenekti. Son beş altı senedir bunu yalnızca bir blog doğum günü kutlama havasında sürdürmüşüm. Sinerjik blogun 12. yıl yazısında bu kez çerçeveyi biraz daha genişleterek blog dünyasına ilişkin bir muhasebe denemesi…

Her yıl, blogumdaki ilk yazının yayınlanma tarihi olan 11 Nisan günü bir muhasebe yazısı yayımlamak, 2000’li yıllarda Türkçe blog yazan internet abilerinden öğrendiğim bir gelenekti. Son beş altı senedir bunu yalnızca bir blog doğum günü kutlama havasında sürdürmüşüm. Sinerjik blogun 12. yıl yazısında bu kez çerçeveyi biraz daha genişleterek blog dünyasına ilişkin bir muhasebe denemesi yapayım. Bir anlamda #BlogDünyası etiketiyle çokça üzerine yazdığım bir konuya ilişkin bugünkü bakış açımı not düşmek istiyorum. O konu internette içerik üretmeyi demokratikleştiren sosyal medya içerikleri ve blogların çöküşü.

İnternette içerik üretmenin demokratikleşmesi

Bu kez akademinin öğretilmiş kalıplarına yenik düşmeyip blogun anlamıyla başlamayacağım. Klaketi, internette etkileşime girmeyi kolaylaştıran sosyal medya platformlarından çakacağım. Zira internette içerik üretmenin tarihi, içerik üretme konusundaki demokratikleşmenin doğrusal şekilde artarak ilerlediği bir grafikten başka bir şey değil.

Kanaatimce bu grafiğin yatay eksendeki önemli kırılma noktalarından ilki Web 2.0… Öyle ki ilk kez ikinci nesil web hizmetleriyle internet formlarıyla tanışarak asli unsur olarak olmasa da internette içerik üretmeye başladık. Kutucuğun yanındaki yıldız (*) işaretinin zorunluluk anlamına geldiğini bize öğreten bu formlar aracılığıyla yayın yönetmenleriyle, şirketlerle ve blog yazarlarıyla etkileşime girmeye başladık. Bir süre sonra her defasında isim-soyisim ve e-posta bilgilerini yazarak içerek üretmek zul olmaya başlamıştı ki imdadımıza, bu kişilerle daha demokratik bir ortamda etkileşime girme imkanı yetişti. O zamana dek internet dünyasına yabancı platformlar üzerinden yeni hesaplar açtık ve dünün yayıncılarıyla aynı ortamda aynı imkanlara sahip şekilde düşüncelerimizi kısa formlarla yazmaya başladık. Böylelikle hantal masaüstü bilgisayarlarımız ve konforlu kocaman klavyeleriyle doldurulan demode internet formları, yerini dokunmatik ekranların ezik büzük sanal klavyeleriyle kullandığımız ve sürekli dikkatimizi cezbedecek teknolojilerle donatılmış sosyal medya ağlarına bıraktı. O demode internet formlarını üreten internet sitelerinin editörleri, muhabirler, blog yazarları, şirket CEO’ları da yeni platformda oluşan kısa süreli odaklanma, kısa süreli okuma ve kısa süreli izleme taleplerine dayanamayarak sosyal medya platformlarına geçiş yaptı.

Sosyal medya platformlarıyla hız kazanan bu demokratikleşme, sanıyorum yaşayan ve eli telefon tutan son insan internete girene kadar sürecek. İnsanların dikkatlerini sanal montaj bandı olarak nitelendirilebilecek bilgisayarlarda işleyip satarak para kazanan dijital devlerin, birbiriyle yarış halinde herkese internet projesi üretmelerinin görünürdeki sebebi de bu olsa gerek. Suya erişemeyen insanlara interneti ücretsiz ulaştırarak onların dikkatinin de paraya dönüştürülmesi şart çünkü onlar için. COVID19 nedeniyle üzerinde yeniden düşünülen kapitalizm, dijital bir dönemde böyle döndürüyor çarklarını işte.

İnternette içerik ihdas etme konusundaki demokratikleşme; birkaç istisna dışında genel olarak platformu çekilmez, huysuz ve aksi bir hale dönüştürmeye de başladı. Bu istisnalardan en önemlisi şüphesiz ana akım medyadaki tek sesliliğin haber alma hürriyetini engelleyecek dereceye ulaştığı Türkiye gibi ülkelerde gerçek haberlere ulaşma imkanlarını artırması (Bu imkanın da gündemdeki internet düzenlemeleriyle Türkiye için kaybolma riski altında olduğunu belirtelim). İstisnalar arasında bir de erişilmesi zor, birçok itibar sahibi insanın, görüp görebileceğimiz en az ‘halkla ilişkiler’ katkılı yazdıklarına doğrudan erişmemizi de sayabiliriz.

Gelinen aşamada sosyal medya platformları hem içeriği talep edenler hem de üretenler için kısa içeriği makbul hale dönüştürdü. Zira platformlar, kullanıcılarına sıkıldıkları herhangi bir anda mobil cihazlarından birkaç kısa içerik okuma imkanı sağlamıştı. Sağlanan imkan, dikkat ekonomisinin teknolojileriyle donatılınca bu durum kullanıcılarda bırakılması zor bir alışkanlığa dönüştü. Netice itibariyle kullanıcılarla sosyal medya platformları arasındaki bu sürekli ve yakın temas, görece uzun içeriklerin üretildiği ve kullanıcılarında bağımlılık yaratan özelliklerin bulunmadığı blogların çöküşüne sebep oldu.

Blogların çöküşü

Neden bilmiyorum, 2000’li yılların başında Türkçe blog yazanların, sanki blog konseptini Türkiye’ye sokmuşçasına blogları sahiplenerek hareket ettiği bir dönemden geçtik. Blogcular arasındaki mimlemeler, internet ve blog yazarları derneğinin kuruluşu ve birçok konuda ben de bir şeyler yazdım burada. Türk blog yazarları araştırma raporu, En eski Türk bloglar, Para için mi bloglamalı bunlardan birkaçı.

Sonrasında 2012 yılında bloglar ölüyor demeye başladık. Bugün en eski Türk blogları listesine baktığımda birçok blog yazarının internet sitelerini kapattığını ve ne kişisel ne de kurumsal olarak eskisi kadar fazla sayıda kayda değer nitelikte aktif blogun bulunmadığını gözlemliyorum. Nedeni, yukarıda ifade ettiğim gibi, sosyal medya platformlarının cazibesi karşısında bugün artık blogların neredeyse hiçbir çekiciliğinin kalmaması. Hem kullanıcıya ulaşma noktasında (şeklen), hem de üretilen içerik noktasında bu böyle. Düşüncelerini bugünün norm ve standartlarına göre “görece uzun” şekilde ifade etmek isteyenlerin dâhi açmaya kolayca cesaret edemediği bir platform artık bloglar. Kurumsal anlamda ise şirketlerin ve avukatlık ofislerinin bilgi notlarını yüklemek için kullandığı bir sekmeye dönüştüler.

Bütün bunlara rağmen kendi adıma blogum sinerjik.org, hala formatına uygun yazılar yazmamı teşvik eden bir platform. Formata uygun yazılar yazabilmek benim için önemli. Çünkü hakemli dergi makalesi formatına itilen ve bunun dışındaki üretimlerin resmi makamlarca üretim sayılmadığı bir sistem içerisinde doktorasını bitirmeye çalışan bir akademisyen adayıyım. Çünkü O konuda yayınlanmış bir makalem var söyleyişinin bir süre sonra o konuda yayınlanmış bir blog yazım var formatına döneceği gerçeği, artık daha yakından görünmeye başladı. Lexpera Blog, Turkish Law Blog, Mondaq, Lexology ve benzeri platformlar da bu gerçeğin en iyi örneklerini teşkil ediyor. İnternet dünyasında blog yazılarının sosyal medya içeriklerine göre daha kalıcı olması da bu platformu önemsemek için tek başına yeterli olabilecek bir sebep benim açımdan. Neticede eski çekiciliğini kaybetse de akademik bir platform olarak Türkiye’de yeniden değer kazanacağını düşündüğüm bloglarla ilgili bu düşüncelerle Sinerjik.org’un 12. yılı kutlu olsun!

Görsel: slingshothealth

Bir yanıt

  1. Parlak Jurnal avatarı

    Gerçekten de sosyal medyanın iyice etkisini hissettirmesiyle blogların küçüldüğünü söyleyebiliriz. Zaten bana kalırsa 21. yüzyılın ilk çeyreğindeki en büyük icatlardan bir tanesi sosyal medya. Arap Baharı bile sosyal medya üzerinden yürütüldüğüne göre internet üzerinde fikirlerin yayılışında bloglardan ziyade sosyal medyanın başat olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle bu İngilizce dışı internet aleminde daha da belirgin.
    Hakemli makale sayısının dünyada artık astronomik sayılara ulaşıyor olması da belki gerçekten bloglara kayışı hızlandırabilir. Siz hukuk sitelerinden örnek verdiyseniz de özellikle uluslararası ilişkiler ve sosyal bilimlerde bu kayış yıllardır çok belirgin. Mesela Political Violance at Glance diye bir siteyi de örnek olarak verebilirim.
    Güzel yazınız için teşekkürler.