Dosya: Ankara’da Sokak Sanatçıları

Bu dosya çalışması, ilk olarak mavimikrofon dergisinin nisan 2013 sayısında yayınlanmıştır. Dosya çalışması kendi içerisinde, birden çok yazı ve röportajı ihtiva etmektedir.  Okumakta olduğunuz sayfadaysa dosya çalışmasının girişi niteliğindeki “Sokaktaki Sanat” başlıklı yazıya yer verilmiştir. Diğer yazılara geçiş yapmak için sayfanın en alt kısmında yer alan bağlantıları kullanınız. Sokaktaki Sanat / Furkan Güven Taştan Sıradan bir gün.…

Bu dosya çalışması, ilk olarak mavimikrofon dergisinin nisan 2013 sayısında yayınlanmıştır. Dosya çalışması kendi içerisinde, birden çok yazı ve röportajı ihtiva etmektedir.  Okumakta olduğunuz sayfadaysa dosya çalışmasının girişi niteliğindeki “Sokaktaki Sanat” başlıklı yazıya yer verilmiştir. Diğer yazılara geçiş yapmak için sayfanın en alt kısmında yer alan bağlantıları kullanınız.

Sokaktaki Sanat / Furkan Güven Taştan

Sıradan bir gün. 42 numara koca ayaklarımla yine yollardayım. Saat akşam beş suları; tam karşımdan gelen güneş gözlerimi yoruyor, güneş gözlüğüm yanımda değil. Yalnız başına bu denli uzun mesafeleri yürümeyi pek sevmem; o yüzden hızlı yürüyorum. Terliyorum, üstümdekini çıkarıp elime alıyorum.

Önce Sakarya sokağa sapıyorum. Çiçekçileri yine görmezden gelip geçiyorum. Önümde bir insan çemberi beliriyor. Yine kim hak arıyor bu küçük kaldırımda diyerek çemberin içine doğru yürüyorum, yanılmışım. Aşkın Tuna’nin yazdığı mısralar, nağme halinde yükseliyor, çemberdeki kadrodan.

“Üşüdüm diyorsan güneş olurum, Yanarım sevginle ateş olurum, Dolarım havaya nefes olurum, Gülü susuz, seni aşksız bırakmam…” Son mısra nakarat.

Cennet Mahallesi’nden fırlamış dört adam var ortada: Klarnet, Keman, Darbuka ve Banço. Genelde aşırı duygusal (emotional) gençlerimizin oturduğu kaldırımdalar, önlerine sert kapaklı bir klarnet kılıfı açmışlar; içi madeni paralarla dolu. Arkalarında kendilerine nazaran yaşlı bir abi var, etrafı kolluyor. Niye acaba diye düşünüyorum; belki de zabıtayı kolluyordur. Neyse diyorum, abinin grup için ne öneme sahip olduğunu bilemeyerek, çıkarıyorum bir ay önce aldığım kameramı. Herkes çekiyor, ben de çekeyim.

Bir yandan havsalamı yokluyorum, sokak sanatıyla ilgili. Kimdir sokak sanatçıları; nerede yaşarlar, başka meslekleri de var mıdır, atılan ‘üç beş’le geçinebiliyorlar mı… Ufak çaplı bir araştırmadan sonra şu yazı çıkıyor ortaya:

Sokak Sanatı

Önce sokak sanatından başlamak gerek. Sokak sanatı, o sürekli değişen ve dönüşen ve güçlü bir akıntıyla tüm sanat dallarını içine alan ritme kendini kaptırmayan bir sanat dalı, fikrimce. Yani paranın hükmettiği sanat dallarının akıntısına karşı koyabilen bir sanat. Sol fraksiyonların deyimiyle ‘bağımsız’. Sokaklarda gördüğünüz sanatçıların açtığı pankartlara bakmalı bunun için; her birinde akıntıya karşı duruşu görmek mümkün. Sokak sanatının dünyanın hızlı ritmine karşı koyan sert bir kimliği olmasaydı eğer, Çin malı ürünler gibi Dünya’ya pazarlanmış bir şey olarak karşımıza çıkacaktı. Girdiğiniz tüm sokaklarda klonlanmış sokak sanatçıları olacak, hepsi aynı telden çalacak, aynı hareketleri yapıyor, duvarlara aynı şeyleri çiziyor olacaktı. Palahniuk şöyle der Gösteri Peygamberi kitabında; “Hepimiz aynı televizyon programlarıyla büyüdük. Sanki hepimize aynı suni hafızadan takılmış. Hepimizin belli başlı hedefleri, korkuları aynı. Çok yakında aynı anda aynı şeyleri düşünmeye başlayacağız Mükemmel bir uyum içinde olacağız. Senkronize. Karıncalar gibi. Koyunlar gibi.” Yani o aksi durumda hafızalarımız bu noktada da birbiriyle senkronize hareket edecek olacaktı. Ne mutlu bize ki, sokak sanatçılığı, diğer sanat dalları gibi henüz beynimizi iğdişlemeye yönelik bir nitelik taşımıyor.

Bu kimliğiyle sokak sanatçılığı, sokağın beğenisini sanatçının samimiyeti nedeniyle kazanıyor olmalı. En önemlisi seyircilerinden yüksekte bir sahnenin olmaması galiba. Diğer performans sanatlarında olan bir metrelik duvar samimiyeti engellemiyor elbette, yalnızca. Dikkat edilmesi gereken bir başka nokta daha var. Diğer sanatlarda talep izleyici tarafından geliyor, bilet alıyor seyirci. Sokak sanatında, diğerlerinin aksine sanatçının izleyiciden bir talebi var. Sanatçı, izleyicisinin olduğu yere gidiyor ve beni ve benim yaptıklarımı izle diyor. Örneğin Pandomimciler, performansını sonsuz bir döngüye bağlamış gibi baştan sona, izleyicisini bulana kadar tekrarlıyor. Ya da bir graffiti üstadı çizgisini şehrin en ilgi çeken noktalarına işliyor.

Sokak sanatına ilişkin sözü edilmesi gereken bir başka mesele, bu mesleğe sahip insanların kazandıkları para miktarı. Kapakta fotoğrafına yer verdiğimiz bir kutu açıyorlar kimi zaman, kimi zaman şapkalarını atıyorlar birkaç adım ötelerine, kimi zaman da enstrümanlarının kılıflarını. Aklınızdaki onlara dair önyargı nedir bilmeyiz ama rahatlıkla şunu söyleyebiliriz ki işlerine devam edebilmeleri için onları motive eden şey para değil, sokağın kokusu. Röportaj için sokağa çıktığımızda sorduğumuz sorulardan birisi de bu oluyordu; kazandığınız para size yetiyor mu ne kadar kazanıyorsunuz? İstisnai tek bir cevap vardı, onun dışındaki diğer hepsi bu işi yapmak için para kazandıklarını söylüyorlar. Onların temel ihtiyaçları, günlük nikotin, yemek ve yatak… Bu ihtiyaçların karşılanması, sokaklarda olmaları için yetiyor, hele de izleyicileri oluyorsa, gösterilerine alkış tutuluyorsa sokakta kalmak için can atıyorlar. Özetle şunu diyebiliriz; bu sanat dalının parayla olan ilişkisi epeyce zayıf; bu yüzden paranın kendisini şekillendirmesine müsade etmiyor ve akıntının karşısında durabiliyor.

Sokak sanatı, Ankara’da pek yaygın olmayan graffiti’yi çağrıştırıyor ülke dışındaki insanlara. Orada üçe ayrılmış durumda dış mekana ilişkin bu tür faaliyetler. Görsel sanatlar, sokak performansı ve sokak tiyatrosu. Görsel sanatlar içerisinde graffiti sanatçıları var genellikle, duvar çizimleri yapanlar da bu kategori içerisinde. Sokak performansı içerisine bizim Ankara sokaklarında çokça rastladığımız sokak müzisyenleri ve pandomimciler giriyor. Sokak tiyatrosu, tahmin edebileceğiniz gibi, dekorsuz ya da taşınabilir ufak bir dekorla, yalnızca kıyafetin kullanıldığı ve kulisin olmadığı bir tiyatro çeşidi. Avrupa’nın merkezlerinden Paris ve Londra’da sokak tiyatrosuna rastlamak mümkün. Türkiye’de ise sanatın merkezi İstanbul’da her üç tür faaliyeti görebilirsiniz.

“Sokak çalgılığı” ifadesine (ing. Busking) ilk olarak 1860’lı yıllarda İngiltere’de rastlıyoruz. Sokak performansı olarak kabul edilen faaliyetlerse ilk olarak İsa’dan önce 6. Yüzyılda Yunanistan’da yapılan halka açık meşhur şiir okumaları. Türkiye tarihine bakıldığında; orta çağlarda eğlence amaçlı yurtdışından dersaadete getirilen hokkabazlar, palyaçolar, büyücülerin Osmanlı tarihinde de sokak performansına yer verildiğini gösteriyor.

Peki, sözünü çokça ettiğimiz bu sokak ruhunu yansıtan insanlardan kimleri tanıyoruz; onlara bakalım. Popüler kültüre alışkın bünyeler için ilk ismimiz ZaZ ve şarkısı Je Veux. Aslında sokak müzisyeni olduğunu düşündüğümüz ZaZ, sahnelerde olmaya alışık bir grup. Grubun solisti Isabelle Gefroy, Bordeaux’da iyi bir okulda müzik eğitimi almış. Dolayısıyla ZaZ’ın tam anlamıyla bir sokak grubu olduğunu söyleyemeyiz. Banksy, dünyaca ünlü bir graffiti sanatçısı. Aynı zamanda film yönetmenliği de yapan bu graffiti ustası, ‘mesaj’ içeren çizimlerini dünyanın birçok şehrinde sergiliyor. Yaptığı çizimleri fahiş rakamlara zengin hayranlarına satan Banksy’nin gerçek ismi bilinmiyor ve Banksy İngiliz hükümeti vandalist olarak addediliyor. Türkiye’de ise graffitinin babası olarak bilinen Turbo adlı sanatçı var. Türkiye’de yabancı bir dergiye (Forbes) röportaj veren bir sanatçı olan Turbo’yla birlikte 80’li yıllarda graffiti Türkiye’ye giriş yapıyor.

Son olarak sokak sanatçılığının –yazının başında bahsettiğimiz üzere- bu asil duruşuyla ilgili olarak geçen yıl Türkiye’de ilki düzenlenen Uluslararası Sokak Sanatçıları Festivali’nden de söz etmek gerek. 2012, Haziran ayında yapılan bu festival kapsamında Meksika’dan Avusturalya’ya, İsveç’ten İspanya’ya 12 farklı ülkeden sokak sanatçıları İstanbul’da buluşmuştu. Festivalin gerçekleştiği yer Forum İstanbul AVM ve Marmara Forum AVM idi. Bu festivalle birlikte aslında bir kimlik taşıyan o duruş, yerini kapitalizmin ılık sularına bırakmak için teşebbüste bulundu. Yani AVM’ler içindeki Cinemaximum’larda film tüketiyor, Burger King’lerde yemek yiyor, Starbucks’larda kahve içiyoruz ya; bu hızla gidersek sokak sanatçılarını da AVM’ler içinde tüketir olacağız. Temennimiz; sokak ruhunun ve dolayısıyla gördüğümüzde yüz kaslarımızı çalıştıran bir sokak ruhunun gireceğimiz her sokakta olması.

İlgili olanlar için bu sayfalarda yer veremediğimiz ekstra kaynaklardan söz edelim.Sokak sanatıyla ilgili çekilmiş birçok belgesel film mevcut; Rack Fresh; 2004 yapımı dünyaya meydan okuyan graffiti sanatçılarıyla ilgili bir belgesel film. Bomb It; 2008 yapımı dünyadaki sokak sanatı ve graffiti sanatıyla ilgili bir belgesel film. Exit Through the Gift Shop; 2010 yapımı Dünyaca ünlü sokak sanatçısı Banksy tarafından yapılmış Thierry Guetta isimli bir başka sanatçı hakkında belgesel film. Bunların haricinde çalışmalara çevrimiçi ulaşmak için arama motorlarını kullanabilirsiniz. Bizden ufak bir tavsiye, bu konuyla ilgili Türkçe kaynak bulmak epey güç; o sebeple aramalarınızı İngilizce veya başka bir dilde yapmalısınız.■

“Sokak Sanatçıları” dosyasının muhtevası