Jostein Gaarder’ın meşhur romanı Sofi’nin Dünyası’nda anlatıldığı üzere filozoflar, büyürken bizlerden farklı olarak hayret etme yetisini kaybetmezler. Filozoflar, kaç yaşında olurlarsa olsun, dünyada yaşanan olaylara ilişkin her zaman bir hayret duyarlar ve aslında bu yeteneklerinden dolayı feylesoflardır.
Bir çocuk, bir akşam yemeğinde babasını yerçekimine karşı koyarak uçar halde görmüşse, buna; tıpkı köpeklerle oynarken hayret ettiği gibi hayret eder. Çocuğun köpeğe ilişkin hayretiyle, uçan babasına ilişkin hayreti aynıdır. Ama bizler, büyüdükçe köpeklerle ilgili duyarsızlık kazandığımız için onlara karşı hayret yetimizi kaybederiz. Sadece uçan babaya hayret eder; köpeğin bize verdiği tepkilerini normal karşılarız.
Büyüdükçe hayret etme yeteneğini kaybeden insan, aynı şekilde kendisinin üretim sürecine katılmadığı her birim zaman diliminde de şeylere ilişkin hayret etme yeteneğini kaybeder. Yani hiçbir şey üretmeyen insan, yeni icatlara, üretilenlere, ortaya konulanlara da hayret etmemeye başlar. Çünkü, o insan ‘üretme’ fiiline de duyarsızlaşmıştır. Onun tüketmesi için bir şeylerin üretilmesi tamamen tabii bir eylemdir. Kendisinin rolü sadece tüketmek olduğundan ve onun için her ihtimalde bir şeyler üretileceğinden; ‘üretme’ eylemine karşı bu duyarsızlığı hayatının her alanında kendini gösterir.
Belli bir alanda bir şeyler ortaya koyan insanlardaysa; kendi ilgi alanlarındakilere de olsa bir şeylere olan hayret yetisi tıpkı feylesoflar gibi devam etmektedir. Yani o insan, bir şeyin hangi aşamalardan geçerek gözleriyle gördüğü sonuca ulaştığını merak eder. Misalen işiyle ilgilenen bir grafik tasarımcı, gördüğü afişlere, el ilanlarına, reklamlara, dergilere vesaire her zaman “nasıl oluşturuldu, hangi fontlar kullanıldı, hangi yazılımda tasarlanmış olabilir, renkler bu kadar nasıl uyumlu seçildi” gözüyle bakıp, hayret edebilir.
Özetle, insanların şeylere ilişkin tepkileri, aslında üretkenlikleriyle yakından ilgili. Üretilenlere dair her hayret edişiniz; duyarsızlaşmayan zihninizin bir göstergesi.